15 Şubat 2014 Cumartesi

DEPREM ÇANTASININ ÖNEMİ

         Yerkabuğunun içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzlerini sarsma olayına deprem denir. Ülkemiz bulunduğu konum itibariyle dünyanın aktif deprem kuşağı olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Ayrıca ülkemizin büyük bir kısmı birinci deprem kuşağı üzerindedir. Bu yüzden ülkemizde birçok büyük deprem olmuştur. Bunların başında 1939 Erzincan depremi ve 1999 Gölcük depremi gelmektedir.



         Depremlerde can kayıplarına binaların yeterli dayanıklılık göstermemesi sebep olabileceği gibi depremden önce alınacak önlemlerin alınmaması da sebep olmaktadır. Depremden önce alınması gereken önlemlerin başında evimizde bir tane deprem çantası bulundurulması gelmektedir. Peki deprem çantası ne işimize yarayacak? Olası bir deprem sonrası göçük altında kaldığımızda yetkililerin bizi bulmasına yardım etmek için sesimizi onlara duyurmamız lazım. Bunu bağırarak yapabiliriz fakat bu iş sonrası sesimiz kısılır ve gücümüz tükenir. İyide bu işi nasıl yapacağız? Tatbiki deprem çantamızdaki düdük ile. Hem düdük ile daha güçlü bir ses çıkarmış oluruz hem de yorulmamış. 
Yine olası bir depremde bizi yetkililerin kurtarması zaman alabilir ve bu esnada kan şekerimiz düşüp karnımız acıkabilir. Bu yüzden çantamızda kuru besinler ve bisküvi gibi yenilmesi kolay olan yiyecekler bulundurulmalıdır. Bunların yanında bir şişe su, el feneri ve pilleri, ilk yardım çantası, haberleri takip edebilmemiz için küçük bir radyo(pilleriyle birlikte), battaniye, bir miktar para, kişisel ilaçlarımız, kalem, kâğıt ve bir adet çakı olmalıdır. Tabi bunların deprem çantasında bulunması önemli olduğu gibi her altı ayda bir besinlerin son kullanma tarihleri ve pillerin şarj durumu kontrol edilmesi de önemlidir. Deprem çantasının varlığı gibi evimizde nereye koyacağımızda çok önemlidir. Çantamızı ulaşımı kolay olan bir yere koymadığımız takdirde hiçbir işimize yaramaz. Bu sebepten dolayı her an ihtiyacımız olacakmış gibi kapıya yakın bir yere koymalıyız. Deprem öncesi alınacak önlemlerden bir tanesi de deprem esnasında devrilebilecek eşyalarımızı duvara sabitlememiz gerekmektedir. Bu sayede eşyalardan dolayı doğacak yaralamalardan kurtulmuş olacağız.



         Kentsel dönüşümlerle artık depreme dayanıklı binalar yapılmaktadır. Fakat sadece bunlara güvenilmemeli ve bizlerde kendi önlemlerimizi almalıyız. Unutmayalım ki deprem değil ihmalkârlık öldürür.


12 Şubat 2014 Çarşamba

TRAFİKTE ANNE KUCAĞI DEĞİL ÇOCUK KOLTUĞU GÜVENLİ


         Minik Burak Efe henüz altı aylık idi. Nereden bilebilirdi ki trafik kazasında hayatını kaybedeceğini. Daha koşup oynayacak arkadaşları olacaktı. Okula gidecek ve pekiyi dolu karnesini eve sevinçle getirecek, anne babasından karne hediyesi isteyecekti. Peki, ne oldu minik Burak’ın bu hayallerine? O bir trafik canavarı kurbanı mı yoksa ihmalkârlık kurbanı mı? Trafikteki basit ama bedeli ağır olan hatalarımızdan bir tanesi daha bebekli araçta çocuk koltuğu bulundurulmaması. Minik Burak belki kendisini en güvenli hissettiği yerde annesinin kucağındaydı. Otomobillerde, anne kucağı çocuklar için güvenli bir yer mi? Olası bir kazada anne zaten sarsılacağı için bebeğini tutamayacaktır ve nitekim öyle oldu, minik Burak kaza anında camdan fırladı. Bugün sorsak ebeveynlere ben çocuklarım için dünyayı yakarım derler peki çok mu pahalıydı ya da Burak bebekten değerli miydi araç koltuğu?



         2010 yılında çocuklu araçlarda bebek koltuğu bulundurulması zorunlu hale getirildi ve yasaya uyulmadığı anlaşıldığı takdirde 50 TL’den başlayan para cezası uygulanmaya başlandı. Çocuk koltuğunun ne kadar önemli olduğunu bize Burak bebek çok güzel özetledi. Çocukların can simidi olan bu koltuklar ortalama 100 TL’den başlayan fiyatlarla satışa sunuluyor. Bence çok geç olmadan sizlerde hemen bir tane alın yoksa telafisi mümkün olmayan sonuçlar hepimizi üzebiliyor.



         Unutmayalım ki trafikte anne kucağı değil çocuk koltuğu daha güvenli.

6 Şubat 2014 Perşembe

TÜRKİYE’NİN KENDİ UYDUSUNU FIRLATMASI
‘TÜRKSAT 4A’


     17 Aralık 2013 günü; Türkiye Halk Bankası Genel Müdürü’nün evine yapılan operasyon ile kazındı beynimize. Halk Bankası Genel Müdürü’nün evinde, ayakkabı kutusunun içerinde ele geçirilen 4,5 milyon dolar akıllara gerçekten rüşvet alındı mı sorusunu getirdi. Yolsuzluk yapıldı mı yapılmadı mı buna mahkemeler karar verecek ama şu gerçek ki Türkiye bu yolsuzluk iddiasıyla toz duman olurken söz konusu operasyondan 3 hafta sonra 8 Ocak 2014 günü Türk ve Japon mühendislerince ortaklaşa yapılan TÜRKSAT 4A uydusu teslim alındı Fakat bu günlerde 
gündem yolsuzlukla meşgul olduğu için bu uydunun teslim alınıp fırlatılacak olmasının önemi gündemde fazla yer bulamadı. Ayakkabı kutusunun içinde milyon dolarlar bulundu, yolsuzluk yapıldı mı yapılmadı mı buna yargı karar verecek ama bu olayların Türkiye’nin kendi uydusunu teslim alacağı zamandan önce olması biraz manidar gibi.



      Peki, bir ülkenin kendi uydusunu fırlatması ne kadar önemli? Öncelikle 15 Şubat günü fırlatılacak bu uydu ile dünya nüfusunun üçte ikisine yayın yapılacaktır. Bu ne demek? Türkiye senelerce terör ile uğraşmış ve halen terör örgütlerine karşı mücadele veren bir ülkedir. Hal böyle olunca bu durumdan faydalanmak isteyen birçok dış mihraklarda mevcuttur. Yani biz bu uydumuzu fırlatmasak ve dünya nüfusuna hizmet vermesek uydu hizmeti almak isteyen ülkeler terör örgütlerini destekleyen ve onların kanallarını yayınlayan uyduları kullanmak zorunda kalacaklar. Buda demek oluyor ki terör örgütleri çok rahat propagandalarını yapabilecekler onları izleyen milletlere. Ayrıca Türkiye TÜRKSAT 4A ile askeri haberleşme ihtiyaçlarını da karşılayabilecek. Böylece askeri haberleşmelerimiz bizim kontrolümüzde olacaktır.


         
        Bir ülkenin kendi uydusunu fırlatmasının ne kadar önemli olduğu göz önüne alınırsa 17 Aralık operasyonunun zamanlama açısından ne yapılmak istenildiğini açıkça göstergesidir. Yazımın sonunda tekrar söylüyorum yolsuzluk yapıldı mı yapılmadı mı bilmiyorum ama bu toz duman arasında bazı önemli olaylar göz ardı edildi.

5 Ocak 2014 Pazar

HAYATI BOYUNCA ONURUYLA YAŞAYAN ADAM
MEHMET AKİF ERSOY

   Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem, sığmazsın




         Mehmet Akif Ersoy; milli marşımız olan İstiklal Marşı’nın yazarı. O milli mücadele yıllarında ülkeyi karış karış gezip milli mücadele ruhunu oluşturmak için hutbeler okuyan, halka seslenen insan. O bir öğretmen, O bir asker, O bir milletvekili, O bir baba, O bir hafız… Mehmet Akif Ersoyarkadaşının emaneti olan çocuklara kendi çocuklarından ayırmayacak kadar seven, büyüten yüce insan. O üzerine giyecek bir paltosu olmamasına rağmen İstiklal Marşı için verilmek istenen 500 altını almayacak kadar onurlu bir insan.
Akif evindeki son kilimi kendisinden daha fazla ihtiyacı olan birisine verecek kadar yardımsever; verdiği sözü ölüm kalım meselesi yoksa yerine getirecek kadar önem veren hatta kara kışa, yağmura rağmen arkadaşına söz verdiği için onu yağmurun altında saatlerce bekleyecek kadar sözünün arkasında duran dürüst insan. O milli mücadele yıllarında Çanakkale’nin geçilemediği haberini alınca iki rekât namaz kılıp saatlerce secdede ağlayacak kadar vatan millet sevdalısı. O kadar düşüncelidir ki Akif, daha sonra hak iddia edilmesin diye İstiklal Marşı'nı Safahat adıyla yazdığı kitabına almamıştır.


         Mehmet Akif Ersoy, 1873 yılı Aralık ayında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Annesi Buhara’dan Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin kızı Emine Şerif Hanım; babası Kosova doğumlu Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi’dir. İlköğretimine Fatih’te emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başlayan Akif 2 yıl sonra ilkokula başladı. Orta öğretime Fatih Merkez Rüştiyesi’nde devam ederken bir yandan da Fatih Camii’nde Farsça dersleri alıyordu. Mehmet Akif eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca ‘da hep en iyisi oldu. Rüştiye’yi bitirdikten sonra Mülkiye İdadisi ’ne kaydoldu. Bu yıllarda babasının vefat etmesi ve Büyük Fatih yangınında evlerinin yanması üzerine yoksulluk çeken Akif ve ailesi yanan evlerinin yerine yapılan küçük bir eve yerleştiler. Bu zamanlarda yoksulluk çektikleri için Mehmet Akif artık bir an önce meslek sahibi olma psikolojisiyle Mülkiye İdadesi’ni bırakıp sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi’ne kaydolmuştur ve bu okulu 1893 yılında birincilikle bitirmiştir.


         Mehmet Akif Ersoy doğru bildiği yoldan hiç dönmemiştir, hatta İhtiyat ve Terakki Cemiyetine üye olduğu zaman üyelik gereği “Cemiyetin bütün emirlerine, kayıtsız şartsız itaat edeceğim” yeminini “sadece iyi ve doğru olanlarına” şeklinde değiştirecek kadar doğruluk sevdalısıdır. Bu millete bir milli marş yazmayı çok isteyen Mehmet Akif Ersoy marş yazana ödül verileceğini bildiği için yazmak istememiştir. Fakat O’na yapılan özel istek üzerine ödül almayacağını bildirerek ve bu konuda anlaştıktan sonra tam 48 saat sonra İstiklal Marşını tamamlamıştır. Bu kadar kısa sürede yazmış olması O'nun bu marşı yazmayı ne kadar çok istediğinin apaçık göstergesidir. Akif özel istek üzerine yazdığı İstiklal Marşı’nı kabul edilmesi mecburiyetinde kalınmasın diye kapalı bir zarfla üzerine adını yazmadan göndermiştir. Ve İstiklal Marşı mecliste ilk okunduğu zaman defalarca okunup ayakta dakikalarca alkışlanmıştır.


           Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünya’da eşi?
         En kesif orduların yükleniyor dördü beşi
         Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya -
         Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
         Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
         Nerde - gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"
         Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
         Varsa gelmiş, açılıp mahpesi, yahud kafesi!


         Mehmet Akif Ersoy’un eserlerinin her birinde tarih kokusu, milli mücadele ruhu vardır. Çünkü o milli mücadeleye gönül vermiş insanlardan bir tanesidir.


         Mehmet Akif Ersoy hayatının son zamanlarını Mısırda geçirmiştir. Hastalığından dolayı İstanbul’a gelen Akif 27 Aralık 1936 yılında vefat etmiştir. Son sözleri “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın” olan Mehmet Akif Ersoy’un cenazesi 4 tane askerle birlikte bir at arabasında çıplak tabutla getirilmiştir. Orada tesadüfen bulunan Mehmet Akif’in öğrencileri olmasaydı sessiz sedasız namazı kılınıp defnedilecekti. Akif’in öğrencileri tesadüfen öğrendikleri bu haberi hemen çevreye yaymaya başlamışlar ve büyük bir bayrakla tabutun üstünü örtmüşlerdir. Daha sonra Akif’in cenaze namazını herkese haber vermeye başlamışlardır ve kısa sürede toplanan binlerce insanla birlikte ,parmaklar üzerinde yürüyerek Edirnekapı’daki mezarlığa götürülmüştür.



         Mehmet Akif Ersoy’a olan borcumuzu ne yapsak ödeyemeyiz ama en azından O’nu anlatıp yaptıklarını anlamaya çalışabiliriz.

4 Ocak 2014 Cumartesi

KARADENİZ’İN NAZAR BONCUĞU

         Deniz veya göl sularıyla çevrili kara parçasına ada denir. Ülkemiz bulunduğu konum itibariyle Ege denizinde ve Ak denizde birçok büyük küçük adaya sahiptir. Bu adalar turizm için oldukça büyük öneme sahiptir. Bunların yanında birde ülkemizin kuzey denizi olan Karadeniz’de bulunan ve Karadeniz’in iki adasından birisi olan Giresun adası vardır. Bu ada aynı zamanda doğal bir milli parktır. Oraya kuşlar, martılar, karabataklar ve çeşitli hayvanlar ev sahipliği yapmaktadır.


      Karadeniz’de görülesi yerlerden bir tanesidir Giresun Adası. Onun hakkında birçok hikâye vardır. Rivayetlere göre bu ada kentin güneydoğusunda yer alan ve ağzı açık olarak gökyüzüne bakan bir kuşu andıran Gedikka’dan kopan büyük bir parçanın denize doğru ilerleyip oraya yerleşmesiyle oluşmuştur. Sahile uzaklığı 1.6 km olan Giresun Adasının 40.000 metre karelik yüz ölçümü vardır.
Adada tarihten günümüze kadar ulaşan birçok kalıntı bulunmaktadır. Bunların başında yıkılmadan kalan surlar, gözetleme kulesi, tapınak yeri gelmektedir. Aynı zamanda burası tarihte mitolojik kişilerce uğrak bir yerdir. Argonautlar ile ilgili önemli olaya tanıklık eden Giresun Adasına Herakles döneminde aralarında Güç Tanrısı’nın da bulunduğu Herkül ve arkadaşları altın postu aramak için gelmişlerdir. Burada mitolojik kuşlarla savaşarak postu aramaya koyulmuşlardır fakat bulamayınca adadan gitmişlerdir. Karadeniz’in incisi olan burası her yıl mayıs ayının 20’sinde düzenlenen ve mayıs yedisi olarak bilinen Uluslararası Aksu Festivaline ev sahipliği yapmaktadır. Festival kapsamında soyun devamlılığı için yapılan saçacaktan geçme geleneği, adanın etrafında tur atılarak tamamlanıyor.



          Giresun Adası keşfedilmemiş topraklardır. Orası gurbetçilerin gözünde ağızdan düşmeyen sıla türküsü gibidir. Karadeniz’in nazar boncuğu olan Giresun Adası Karadeniz turu yapmak isteyenlerin mutlaka gezmesi gereken bir yerdir.

3 Ocak 2014 Cuma

MİLLİ SERVETİMİZ OLAN ENERJİNİN TASARRUFU


                Enerjinin sözlük anlamı iş yapabilme yeteneğidir. Yani bir cismi bir yerden başka bir yere götürme yeteneğidir. Günümüz dünyasında gelişen teknolojiyle birlikte enerjiye ihtiyaçta o kadar artmaktadır. Hatta bu ihtiyaç zaman zaman ülkeleri karşı karşıya getirmektedir. İnsanlık için büyük öneme sahip olan bu enerjiyi üretmenin birçok yolu vardır. Bunların başında petrol, doğal gaz ve kömür gelmektedir. Bu tükenebilen enerji kaynaklarına alternatif olan yenilenebilir enerji kaynakları olan güneş enerjisi, rüzgâr türbinleri, suyun gücüyle çalışan hidroelektrik santralleri ve tehlikeli görülen nükleer enerji tesisleri yardımcı olmaktadır.





         Türkiye bu tükenebilen enerji kaynaklarından petrol ve doğal gazda dışa bağımlı olduğu için çetin geçen kış günlerinde biraz kriz yaşanabilmektedir. Çok değil bundan 20 gün önce İstanbul’da zorlu kış şartlarından dolayı fazla harcanan enerji yüzünden günün belli saatlerinde elektrik kesintisi yaşanmıştı.
Enerjiye olan ihtiyacın her geçen gün artığını çok basit bir örnekle anlayabiliriz. Android telefonların geliştirilmesi ile insanlar artık gittikleri her yerde bataryaları şarj etmek için priz aramaktadırlar. Bu çok basit bir örnektir ama teknoloji geliştikçe enerjiye ihtiyacın katlanarak artığını göstermektedir. Enerjinin milli servet olduğunu ve boş yere harcanmaması gerektiğini asla unutulmamalıdır. Bunun için yapacağımız küçük önlemlerle büyük tasarruflar elde edebiliriz. Küçük önlemlerin başında evlerde tasarruf ampulleri kullanma ile başlayabiliriz. Bunun yanında telefon ve bilgisayar gibi şarj edilebilen cihazların bataryaları dolduktan sonra şarj adaptörlerini prizden çıkarmalıyız çünkü onlar prizde takılı kaldığı sürece enerji harcamaktadırlar. Televizyon gibi uyarı ışığı bulunan cihazların uyarı ışıklarını kapatabilmek için cihazlar ana düğmesinden komple kapatılmalıdır. Çamaşır makineleri tam kapasite dolmadan çalıştırılmamalıdır. Bunlar daha da artırılabilir ama önemli olan bizde enerji tasarrufu bilincinin oluşmasıdır.



         Unutulmamalıdır ki enerji ülkelerin gelişmesindeki temel taşlardan bir tanesidir. Dışa bağımlı olduğumuz bu konuda bizlerde elimizden geleni yapmalıyız. 

1 Ocak 2014 Çarşamba

BİR NESLİN SEVDASI RADYO TİYATROSU
'ARKASI YARIN'


            Bir öyküyü, sahne olarak tasarlanmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatına tiyatro denir. Tiyatronun geçmişi milattan öncelere dayanmaktadır. Hatta milattan önce 40-50 bin yıllarından kalma mağara duvarlarına çizilen resimlerde insanlar el ve sırtlarına hayvan postu giyerek hareket halinde resmedilmiştir. Buda o zamanlarda insanların kılık değiştirip taklit vb. yaptığını göstermektedir. Peki, tiyatro denilen bu şey sadece oynanmak üzere yazılan bir eserden mi oluşuyor? Bir tiyatro konu, çevre, zaman, üslup, amaçtan oluşmaktadır. Bunların hepsi çok önemlidir fakat kullanılan üslup daha çok önemlidir. Çünkü eğer dili çok ağır olursa tiyatroyu anlamakta zorluk çeker izleyiciler. Bunların yanında birde radyo tiyatrosu vardır. Radyo tiyatrosunda sahne ve izleyiciler yoktur. Onda dinleyiciler vardır.


            Radyo tiyatrosu televizyonun, bilgisayarın olmadığı yıllarda var olan bir tiyatro türüdür. Aslında o tam bir tiyatrodur fakat sadece sahne yoktur izleyici yoktur. Oradaki sesleri yorumlayarak olay kurgusunu kafasında canlandırır dinleyiciler. Aslında bu birazda eski zamanlarda büyüklerin çocuklara anlattığı masala benzemektedir. Yani her şey bizim hayal gücümüze kalmıştır. Peki, radyo tiyatrosunun faydaları nelerdir? En önemli faydası insanların hayal güçlerini geliştirmesini sağlamaktadır. Nasıl mı? Bizler sinemada ya da televizyonda bir filmi yönetmenin bakış açısından, yönetmenin hayal gücünden izlemekteyiz. Yani filimdeki bir manzara sahnesini yönetmenin çektiği şekilde görmekteyiz oysaki radyo tiyatrosunda eğer olay bir manzara eşliğinde geçiyorsa bu bizim hayal gücümüze kalmıştır. Bize göre manzara belki uçsuz bucaksız denizdir belki de yemyeşil bir ormandır. Yâda radyoda huzurlu bir ortamda dinleniyorum denildiğinde belki suların şırıl şırıl aktığı bir yer gelecek aklımıza veya cıvıl cıvıl kuş sesleri… Aslında radyo tiyatrosu sayesinde senaryosu belli bir filmin yönetmenliğini yapmaktayız.



            Önce televizyon yaygınlaştı sonra bilgisayarlar. Bu insanları radyo dinlemeden yoksun bırakmaya yetti ve arttı. Bu ikisi insanların hayal güçlerinin katili oldu. Şimdi anlayabiliyor musunuz eskiden yapılan yapıların nasıl hayal edildiğini? Çünkü onların hayatlarında televizyon yoktu, bilgisayar yoktu sadece radyo vardı, radyoda oynanan oyunlar vardı. 

31 Aralık 2013 Salı

BOL GÜLÜCÜKLÜ YILLAR

        
         Lösemi kan hücrelerinin kanseri demektir. Ülkemizde lösemili hasta sayısı önemsenmeyecek kadar az sayıda değildir. Hatta bu hasta sayısı 200 bini bulmaktadır ve bunların büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturmaktadır. Çocukluk demek istediğini yemek, içmek, koşup oynamak demektir. Fakat lösemili çocuklar o kadar güçlüler ki küçük yaşta olmalarına rağmen lösemiye karşı savaş vermektedirler. Belki de onlardaki bu çocukluk ruhu, yaşama sevincidir birçok hastanın iyileşmesini sağlayan.


         Bir çocuk güldüğünde sebepsiz yere gülen biz değil miyiz? Onların yüzlerindeki tebessümle bütün kederimizi unutan bizler değil miyiz? Peki, ne yapıyoruz onlar için? O kadar çok şey var ki lösemili çocuklara yardım etmek için. Mesela löseve üye olarak oradaki lösemili çocuklara gönüllü öğretmenlik yapabilirsin. Gönüllü öğretmenlik diyorum çünkü birçok lösemili çocuk daha okul çağına bile gelmeden bu hastalığa yakalanıyor ve tedavisi yaklaşık 3-4 yıl sürmektedir. Bu süre lösemili çocukların artık okul çağına geldiğini göstermektedir. Fakat onların bünyeleri mikroplara karşı zayıf olduğundan dolayı okula gidememekteler. Buda lösemiden dolayı hayatlarını ertelediklerini göstermektedir. Bizler lösemili çocuklargönüllü öğretmen olmalıyız ki onlarda hayatlarını ertelemeden normal bir çocuk gibi yaşamlarına devam etsinler. Onlar için yapılacak o kadar çok şey var ki bunlardan bir tanesi de lösev markalı ürünler almak.  Bu ürünler artık birçok mağazada bulunmaktadır. Yada üniversiteli öğrenciler kampüslerinde kurduğu stantlarda lösemiyi ve lösevi tanıtabilirler. Hafta sonları gidip onlarla vakit geçirebilirsiniz. Unutmayalım ki onların yüzlerindeki gülücüğün verdiği mutluluğu parayla dahi satın alamayız.


         Umarım kimse hasta olmaz ama kimin ne zaman hasta olacağını kimse bilemez. Yani bu durum bizim başımıza da gelebilir bu yüzden daha duyarlı olmayız.


         YENİ YILDA LÖSEMİLİ ÇOCUKLARIN ŞİFA BULMASI DİLEĞİYLE TÜM LÖSEMİLİ ÇOCUKLARIN YENİ YILI KUTLU OLSUN.


                            Lösev iletişim bilgileri
               İnternet sitesi: https://www.losev.org.tr/
               Twiter adresi: https://twitter.com/losev1998
               Facebook adresi: https://www.facebook.com/losev0660